25 Kasım 2010 Perşembe

Kaldıramayadabilirim


İşim evime yürüme mesafesinde ayıptır söylemesi.
Sabahları takıp kulaklığımı, hoplaya zıplaya işe geliyorum. Geliyordum.
Gelin görün ki fesat belediye mutluluğumu çok görmüş olacak, evimin kapısından kazmaya başladı geçen hafta. Her gün biraz ilerleyerek benimle ofis kapısına kadar gelmekteler . Yine hoplayıp zıplıyorum ama bu kez biraz acı verici. 
Aslında çalışan arkadaşlar eğlenceli ve güler yüzlü, günaydın-kolaygelsin samimiyetine ulaştık. 
Yine de bu iş benim için işkence. Neyse ki bitmek üzere, kapıdan içeri de girmicekler nasılsa derken "merak etme, iki ay sonra tekrar başlayacaklar" dedi Iraz. Neden? Bilmiyoruz. Belediyemiz kaldırımları söküp takmaktan zevk alıyor, belli ki kazançlı bir iş. 

Bugün; bir dozer ve küçük kaldırım taşlarını yükledikleri el arabası arasından kıvrılmaya çabalarken, radyoda bir kadın, belediyelerin kadın sığınma evleri açmaları gerektiğinden fakat açılmamasının bir yaptırımı olmadığından, kanunda "imkanlar dahilinde" ibaresi bulunduğundan, belediyelerin bu konuyla ilgilenmediklerinden bahsediyordu. 

                  fermuarları olsun kaldırımların, 
zırt pırt kazmak yerine açıp kapatalım gerektiğinde?
İmkanların kaldırımları yorulmadan söküp takmaya el verirken kadın sığınma evlerine elvermemesini kaldıramadığımı söylemek istiyorum. Ama kime?


5 Ekim 2010 Salı

Gereksiz bir yazı.

  "Ağaç bile kaderine hükmetmeye çalışır.
   Gölgedeyse güneşe ulaşmak için uzanır."

Yazının gereksizliğini başlıkta belirttik, sıkılacak olan uzasın.

Şimdi başlıyoruz:

Kronik eşya kaybedicileri tanır mısınız?
İşte ben onlardan biriyim. Otobüs duraklarında şemsiyeler, cafelerde eldiven tekleri, konserlerde cep telefonları kaybederim. Her arkadaşımda bir eşya unutur, sürekli cüzdan çaldırırım.
Havaalanlarında unuttuğum kemer sayısı neredeyse uçuş sayıma eşit.
Kaybettiğim eşyalarımın peşine de düşmem, unutup hayatıma devam ederim.

Bana benzeyenlerin asıl sorunu, sahip çıkmadıklarının yalnızca eşyalardan ibaret olmamasıdır. Genellikle okullarına, işlerine, ilişkilerine de sahip çıkmazlar. Ve yakınları tarafından şiddetle, hiçbir şeye değer vermemekle suçlanırlar. Halbuki hiç de öyle değildir.

Peki neden böyle davranıyorum ben, deli miyim? Bir süre önce, kaybettiklerimin kaybetmeden önce benim için değerli olduğunu ama neden onları yine de kaybedip durduğumu anlamam gerektiğine karar verdim. Bu konudaki araştırmalarım sonucu geldiğim yerde şöyle yazıyordu: "Kronik eşya kaybediciler eşyalarına ebeveynlerinin onlara davrandığı gibi davranır."

Can sıkıcıydı ama doğru söylüyordu.

Şimdi sıra sorunu halletmekteydi. Beni sürekli kaybeden babamla barışmam gerektiğine karar verdim.
Zor olacaktı, çünkü onu en son 12 yıl önce cenazesinde görmüştüm. Daha sonra hiç ziyaretine gitmemiştim.
Zorlu bir karardı ama yapmalıydım. Yaptım. Pazar günü güzel bir kırmızı şarap ve iki kadeh alarak kendisini ziyarete gittim. Konuştuk, barıştık. Birer kadeh şarap içtik karşılıklı. Ona götürdüğüm çiçekleri başucuna yerleştirdim. "Yine gelebilirim. Artık buraya gelmek benim için sorun değil" dedim. Güzelce vedalaştık.

Dönüş yolunda unutacağımı zannettiğim kadehlerin elimde olmalarına sevindim ama onları bir daha kullanmayacağımı düşünerek çöpe attım.

Şimdi naçizane tavsiyem; yazılarımı okumadan önce iki kere düşünün :)

http://www.oapublishing.net/

21 Haziran 2010 Pazartesi

Yanlış soru doğru sorulmaz.


Üzerime bu iyimserlik nereden bulaştı bilemiyorum. Pek pollanya bir tip de değilimdir halbuki. Efendim, önce üzerimdeki iyimserlikle ne kastettiğimi açıklamam gerekiyor sanırım. Her istifamda, daha iyi koşulları ve yöneticileri olan bir iş bulma fikriyle yola çıkıyorum. Kısaca iki ayda bir istifa etmemi şöyle açıklayabilirim; umudum tükenmiyor.

Belki de ilk terk ettiğim işimi tekrar bulma ümidindeyim. Böylece geçen yıllar hiç geçmemiş olacak ve Ajda Pekkan ruhum huzur bulacak. Ya da sevgili kayıp cinnet'in dediği gibi sürekli iş değiştirerek kapitalizmden kaçabileceğimi sanıyor da olabilirim.

İşsizlikten yakınan kimselere nanik yapmak istemem; her istifamda yeni bir iş bulmuş olmam bir anlama gelmiyor. Zira sonuç yine; işsizlik yavrum işsizlik ömür boyu.

Babaannem yaşasa buna dikiş tutturamamak derdi. Elbet, kendisi son derece müstesna bir terziydi. Hiç kendisine benzemediğimden benim teğeller durmadan atıyor.
Ama anneannem hiç öyle değildir. Saf ve temiz bir kadındır. Ona biraz bahtsızlığımdan bahsetsem kendi işimi kurmama sponsor olmasını sağlayabilirim.

Bence devekuşu çiftliği, daha iyi koşulları olmayan şirketlerden sürekli istifa etmemi durduracak iyi bir fikir. Ne dersiniz?