28 Aralık 2011 Çarşamba

sıcak kış


kendiyle kalınca mutlu olanlardan mısınız? ben, çok afedersiniz kendimi pek severim.
o nedenle kışın gelmesi üzmez beni. kahvemi kedimi kitabımı alır evime kapanırım.
bazen "kendim" yakın çevremi de kapsar. bazen "evim" yanında rahat ettiğim yakın hissettiğim birinin evi olur.
sevgilim yamacımdaysa ne ala. yoksa da sağlık olur.

okulların ve şirketlerin tatil olmasına sebep olan şiddetli kar yağışlı bir günde işe gidemeyip geri döndüğüm ve serap'la upuzun bir kahvaltı ettiğimiz gün unutamadığım en güzel günlerimdendir örneğin. dışarıda bembeyaz kar, içeride sıcacık sohbet.

yavaşlayan metabolizmalar gibi, kafa karışıklıkları da yavaşlar sanki kışın. kışın daha çok kendini dinler insan, usulca. oradan çıkanlar belirler ruh halini. içinizde ne saklıyorsanız siz öyle olursunuz yalnız kış günlerinde.

şimdi yavaşça kahvelerimizi alıp bakıyoruz, telvelere çıkacak içimizde ne varsa.
bizi mutlu mu edecek yoksa hesaplaşmalara mı çağıracak içimizin derinlerine atıp büyüttüklerimiz?
koyun önünüze bu kış içinizde ne varsa. dileyelim oradan yeterince eğlence çıksın, çıkmıyorsa da dönüştürün.
kolay gelsin.

19 Aralık 2011 Pazartesi

otoportre


ortaokul resim hocam, aynı zamanda iş-teknik de denen uçurtma falan yaptığımız bir dersin hocası olan, yaramazlık yapan çocukları şiddetle döven fena bir adamdı. düşünün resimle ilişkimi. 


ortabirin ilk resim dersinde resim sanatının çeşitlerinden kaba dili ile bahsederken otoportrenin ressamın kendi yüzünü çizmesi olduğunu söyleyerek diğer resim çeşitlerine geçiş yapmıştı. 


otoportrenin kafamı bu kadar çok kurcalamasının, çocukları döven ve ne dediği doğru dürüst anlaşılmayan bu adamla ilgisi olmamalı. neyle ilgisi var? hala bilmiyorum. 

bir ressamın dünyada resmedilecek milyonlarca konu varken hiçbir şey bulamamış gibi aynaya bakıp kendini resmetmesine hiç anlam veremiyordum. bir nedeni olmalıydı ama düşünerek bulamıyordum. 


galiba önce anneme sordum ve sanırım herhangi bir yanıt alamadım. 
sonraları bu durumu sırayla önce narsistliğe, sanatçı egosuna, daha sonra kendilerini sanat tarihi içinde kalıcı bir yere mıhlama isteklerine, ölümsüzlük dertlerine sonra daha tanınır bilinir olma hevesleri gibi nedenlere bağladığım olmuştur. 
bunların hepsinin karışımı olabileceği gibi kendini tanıma ve kendini ifade etme şekli olarak otoportrenin önemini anlamak için bu konuda nerde boynu bükük bir yazı görsem hiç kaçırmıyorum okuyorum.  
ve sonunda bu sabah, otoportre konusunda en beğendiğim cümleleri cem akaş'tan okudum.


diyor ki cem akaş: 


"Rembrandt son dönemlerde yaptığı otoportrelerinde yalnızca öyle görünen biri değil, kendini öyle gören ve öyle bilen biridir, bunun gerektirdiği cesareti taşımaktadır. Onun kendini bildiğini görürüz. Bize gözünü kırpmadan bakar, biz onun bize gözünü kırpmadan baktığını görürüz; onun bu bakışı yalnızca onun kendini bildiğini göstermekle kalmaz, bizim de kendimizi eşit bir dürüstlükle bilir hale gelmemizi sabırla bekler."


bu aralar kendini bilmek ne çok karşıma çıkıyor.



15 Aralık 2011 Perşembe

all the world is green


tom waits bu şarkıyı söylerken bu manzarada dolaşıyorum. boabablar, hiç görmeden sevdiklerim.

yalnız


“Yeri yalnız kendi yeri,
yolu yalnız kendi yolu
olan kişi ne yerinde ne yolunda,
başka kişilere rastlamayacaktır.
–rastladıkları da, hep, onun
ne yerini ne yolunu anlayanlar olacaktır.”
O.Aruoba

13 Aralık 2011 Salı

özel olsa

Margeaux Walter

Bazı fotoğraflarda herkes birbirinden güzel. Yine de insan içlerinden biri özel olsun istiyor.

8 Aralık 2011 Perşembe

hep korunmak zorunda hissetmek

hourou musuko

güzelim topuklarımı şu çıkıntılara vura vura yürüyorum da dizlerim sızlamıyor. yaşasın. yogadan sonra bacaklarım güçlendi biraz. belki de dizlerim artık hiç sızlamayacak. dizlerim de güzeldir benim. şimdi güzel topuklarım, güzel diz kapaklarım derken ardından pirelli takvimi göstereceğim sanıyorsunuz . tabii ki yanılıyorsunuz. aklımda topuklarım, bileklerim, diz kapaklarım, yoga ile güçlenmiş bacaklarımla yürürken dann diye adamın biri berbat fantezilerini püskürttü kulağıma. güzel olan ne varsa uçtu gitti o anda. başarabiliyorlar. eskiden böyle durumlarda çıkarıp o topukları bu adamcıkların kafalarına din din din vurmak isterdim. ama yoruldum mu onlara acıyorum mu artık bilmem hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. 
yine de hala inanamıyorum.

üzerimde uzun bir palto var. kapşonum kapalı. yürürken kaymayayım diye kafam gözlerim yere bakıyor. 
ince kol çantam paltomun içinde göğsümde çapraz asılı.
dışarıdan bakınca cinsiyetimi belli edebilecek tek şey botlarımın topukları.
tek başına bu topuklar, kar adam yeti gibi giyinmiş gözleri dahi görünmeyen birinin, bazı adamcıklar tarafından sözlü tacize uğramasına davet çıkarabiliyor, inanamıyorum.
birilerinin babası, kocası, abisi olan bu adamlara inanamıyorum. bu sapkın ruh hali nasıl tedavi edilebilir?

azeri bir arkadaşım “ istanbul’da geçirdiğim iki yılda tükettiğim enerjiyle bakü’de on yıl yaşardım” demişti. trafiği, stresi, yaşam derdini hafifletmek için çıktığı bir pazar sabahı koşusundan ağır tacizle dönünce. eşofmanlarıyla sabah sabah koşmaya çıkmış bir kadın ancak sevişme teklif ediyor olabilir diye düşünmüş bir amca.

yaşlı başlı teyzelerin dahi nasibini aldığı bu durumun doğal kabul edilmesine de öyle inanamıyorum ki her rastladığımda dır dır dır söyleniyorum. bak yine!