5 Ekim 2010 Salı

Gereksiz bir yazı.

  "Ağaç bile kaderine hükmetmeye çalışır.
   Gölgedeyse güneşe ulaşmak için uzanır."

Yazının gereksizliğini başlıkta belirttik, sıkılacak olan uzasın.

Şimdi başlıyoruz:

Kronik eşya kaybedicileri tanır mısınız?
İşte ben onlardan biriyim. Otobüs duraklarında şemsiyeler, cafelerde eldiven tekleri, konserlerde cep telefonları kaybederim. Her arkadaşımda bir eşya unutur, sürekli cüzdan çaldırırım.
Havaalanlarında unuttuğum kemer sayısı neredeyse uçuş sayıma eşit.
Kaybettiğim eşyalarımın peşine de düşmem, unutup hayatıma devam ederim.

Bana benzeyenlerin asıl sorunu, sahip çıkmadıklarının yalnızca eşyalardan ibaret olmamasıdır. Genellikle okullarına, işlerine, ilişkilerine de sahip çıkmazlar. Ve yakınları tarafından şiddetle, hiçbir şeye değer vermemekle suçlanırlar. Halbuki hiç de öyle değildir.

Peki neden böyle davranıyorum ben, deli miyim? Bir süre önce, kaybettiklerimin kaybetmeden önce benim için değerli olduğunu ama neden onları yine de kaybedip durduğumu anlamam gerektiğine karar verdim. Bu konudaki araştırmalarım sonucu geldiğim yerde şöyle yazıyordu: "Kronik eşya kaybediciler eşyalarına ebeveynlerinin onlara davrandığı gibi davranır."

Can sıkıcıydı ama doğru söylüyordu.

Şimdi sıra sorunu halletmekteydi. Beni sürekli kaybeden babamla barışmam gerektiğine karar verdim.
Zor olacaktı, çünkü onu en son 12 yıl önce cenazesinde görmüştüm. Daha sonra hiç ziyaretine gitmemiştim.
Zorlu bir karardı ama yapmalıydım. Yaptım. Pazar günü güzel bir kırmızı şarap ve iki kadeh alarak kendisini ziyarete gittim. Konuştuk, barıştık. Birer kadeh şarap içtik karşılıklı. Ona götürdüğüm çiçekleri başucuna yerleştirdim. "Yine gelebilirim. Artık buraya gelmek benim için sorun değil" dedim. Güzelce vedalaştık.

Dönüş yolunda unutacağımı zannettiğim kadehlerin elimde olmalarına sevindim ama onları bir daha kullanmayacağımı düşünerek çöpe attım.

Şimdi naçizane tavsiyem; yazılarımı okumadan önce iki kere düşünün :)

http://www.oapublishing.net/