15 Kasım 2011 Salı

bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var


bu sabah sınavım vardı, evden çıktığımda felaket yağmur yağıyordu. 
bu yağmurda beyazıt otobüsü için durağa kim yürüyecek?
hah taksim otobüsü geçiyor hem de boş, atla. atladım. taksime gelince finikülerle aşağıya iner tramvaya binip beyazıt'a giderim. vaktim de var çantamda kitabım da.

istanbul'da trafik vakti tıklım tıkış otobüste olmaktansa mis gibi oturarak yolu uzatmak yeğdir, vakti olan bunu bilir. 
kabataş'a geldim, akbilim bitti. bütün param var, hepsini akbil makinesine veremem, bozdurmam gerek. 
eskiden bu işleri memurlar yapardı, artık yalnızca makineler var. paramı nasıl olsa bozduracağımı düşündüğüm için rahat rahat kafamda "insanlık kalmamış" geyiği çevirirken kahve dünyasına yöneldim. 
kabataş metro istasyonunda (aşağıda) ufak bir kahve dünyası var. 
evet reklam yapıyorum, sebebi azz sonra.

hava soğuk, sınava gidiyorum. ne kadar rahatım desem de hafif bir stresim var, onu yumuşatmak, kendimi biraz şımartmak için kendime bir kahve ısmarlayabilirim. hem paramı da bozdurmuş olurum. 

orta boy bir kahve isteyip paramı uzattım. "bozuk yok" dedi kız.
para bozdurmak için kim çıkacak onca merdiveni şimdi? sinirlendim eni konu. 
"e ne olacak şimdi, kahveyi de koydunuz?" diye çıkışırken ben, kız gülümseyiverdi. 
"bir fincan kahvenin lafı mı olur, kırk yıl hatırı varken, canınız sağ olsun" dedi. 
baktım yüzüne, bal gibi samimi. 
belki de hiç bir zaman bir satıcıdan böyle bahşiş almamışım. gözlerim dolacak. 
bu mahcubiyetin altında kalamam. hemen çıkardım kredi kartımı, kahvemi ödedim. 
paşa paşa çıktım merdivenleri, adeta bir newyork'lu gibi elimde kahvemle yağmurda, ışıklardan
karşıdan karşıya geçip paramı bozdurdum. akbilimi doldurdum. 
insanlık varmış dedim, dersimi aldım.
elimde kahvem, cebimde akbilim tramvayıma bindim. 
kırk yıllık hatır da aklımda.