16 Ekim 2014 Perşembe

dinginliğe dönmek

bir bankanın küçük bir şubesinde staj yapıyordum, çok gençtim, önüme yığılan her işi hevesle bitiriyordum. şube içinde koştururken cancan (soyadı ercan'dı, ben ona cancan derdim) bigün beni durdurup "herkesin her işine koşma, çok yoruyorsun kendini, kıyamıyorum, yavaşla biraz" demişti. birşey anlamamıştım.

herkes tarafından sevilmek için can atan halimi farketmiyordum. iş varsa yapılmalıydı, hayır demek aklıma gelmiyordu. durup kendi kendimi sevmek hiç gelmiyordu. 

stajım bitince şube müdürü "ankaraya yazı yazıp kadronu isteyeceğim, bizim şubede çalışmaya başlayabilirsin" dedi. sene 95'te işler böyle yürüyordu. 
"bankacı olmayacağım" dedim, çıktım. 

güzel ve özel bir şirketin muhasebe-finans departmanında çalışmaya başladığımda bunun banka memurluğundan daha eğlenceli olacağını düşünüyordum. oldu da. çok şey öğrendim, çok tecrübe edindim, "mali müşavirlik stajını başlatıyoruz" dediklerinde "ben müşavir olmayacağım" dedim, bir süre sonra oradan da çıktım. 

ne olacağımı bilmiyordum. niye bu işlere bulaşmıştım?

anıl abim boğaziçinde işletme okuyordu, ben de ona hayrandım. işletme, maliye, iktisat derken ne olduğunu bilmeden maliye bölümünü kazanmış, başlayıp bırakmıştım. 
başka bir yıl yeniden sınava girip "bankacılık" diye bir bölüm kazandım, kayıt oldum, bıraktım.  

ne yapacağını bilmiyorsan amaçsızca döner dolaşır durursun. ben de çeşitli şirketlerin mali departmanlarında ve sonra bir özel bankada daha, bir çok kademede çalıştım. son yıllarda epey yorulmuş, çok sıkılmıştım. buna benzer şeyleri daha önce de defalarca yazdım, hatta tek yazdığım şey bunlar, acılı okur bilir. bir başka dünya bulsam, içinde ben olmasam şarkımı da. 

her şeyi bırakıp kaçmadan, bütün diplomaları yakmadan önce onları almam gerektiğini anladığımda af çıktı. istanbul üniversitesi öğrenci işlerine bir savaş gazisi gibi girip 2 yıl sonra, 34 yaşımda, daha önce bıraktığım iki bölümün diplomasını alarak çıktım, işimden istifa ettim, amerika'ya gittim. 

benim için devrim niteliği taşıyan bu değişimleri yapabilmemi sağlayan şey yogaya başlamamdı. evet, çok basit, yoga yapmaya başlamam. 

2004 yılında kelebekler vadisinde adını hatırlamadığım danimarkalı bir kız sabahları sahilde yoga yapacağını, isteyenin katılabileceğini söylediğinde çok heyecanlanmıştım. ertesi sabah sahilde ondan ve benden başka kimse yoktu, bütün vadi yeni uykuya geçmişti. ikimiz bir hafta her sabah o eşsiz sahilde yoga yaptık. 
istanbul'a döndüm ve artık hayatımı yoga yaparak geçirmek istediğimi düşündüm ama o zamanlar barlar, konserler ve gece hayatı hayatımın öyle içindeydi ki bu isteğimi unuttum gitti. 
yoga yapma isteğim "çok istiyorum ama işte fırsat olmuyor" a dönüştü.

sonra yoga ayağıma geldi, alt sokağımda cihangir yoga açıldı. ara sıra keyfim gelirse gittim. hocaları, öğrencileri kendime uzak buldum, bir sürü bahane buldum, yine yoga hayatıma tam anlamıyla giremedi. 

2010 yılında galata dans buluşma'da gürcistan'dan gelen maria yoga dersleri vermeye başladı, gittim. 
gürcistan'ın dağlarındaki ninelerinin yaşam şekillerini anlatıyor, bize de uygulatmaya çalışıyordu, harikaydı, çok sevmiştim. iki aylık dersler bitince benim yogayla ilişkim de yeniden bitti. 

defne suman'la tanışana kadar. 

defne, yoganın hayatıma, her günüme, her anıma yerleşmesini sağladı. bunu nasıl yaptığını anlatabilmem çok zor. onun benim için böyle bir sihri oldu. beni yoganın tam içine çekti. 
yoga yaşamıma yerleştikçe istemediğim ne varsa bıraktım. hayır demeyi öğrendim, artık geceleri yaşamak kendiliğinden bitti. yavaş yavaş sakinlik gelmeye başladı. 

sonra bir boşluk oldu. şimdi ne olacaktı? bu boşlukta daha önce hiç bağlantı kurmadığım o yalnız kız çırpınıyordu. onunla ilk kez gerçekten ayık bir kafayla karşı karşıya duruyorduk. ne yapacağımızı bilmiyorduk. portland'da defne'nin yanındayken bu boşluk çok derindi. bir sonbahar yaprağı gibi salınıyordum, ya da öylece duruyordum. 

altı ay sonra istanbul'a geri döndüğümde de devam etti. gittikçe derinleşiyor, beni içine alıyordu. üstelik en yakınımdaki insanı da içine çekmek istiyordu. sevgilim benimle içeriye gelirse, oradaki kargaşa ve dengesizliği çözmeme yardım edebilir sanıyordum. neyse ki o da kendiyle meşgul olmak istiyordu ve aklı selim bir şekilde uzaklaştı. beni benimle bıraktı. 

bu noktadan sonra dinginliği getiren meditasyon oldu. defne'yi portland'da bırakıp istanbul'a geldikten sonra hayatıma yoğun bir şekilde meditasyon girdi. gitmeden önce bir kaç inziva ve çalışmayla bir süreç başlatmıştım, döndükten sonra ve sahiden en yalnız hissettiğimde devam ettim. 

şimdi meditasyonun da yoganın da başındayım. durmayı, boşlukta korkmadan kalmayı, kendimi hissetmeyi, kendime bakmayı pratik edinmeye çalışıyorum. 
derin olduğunu hissettiğim hocalara ve eğitimlere katılıyorum. 
benimle bu yola katılmak isteyen varsa ilk adımı, durmayı, durduğu yerde kendine sevgiyle ve kabulle bakmayı ve kendini yargılamadan dinlemeyi anlatmak istiyorum. 
bu yaptığıma henüz bir isim koymadım, yoga dersi diyorum. 

derslerin duyurusunu ve ben kimim, ne yapmak istiyorum'u anlatmak için bir web sitesi yapmak istedim, fotoğrafçı bir arkadaşım yapacak, bekliyorum. sitede kullanmak için bir iki fotoğraf gerekir diye bir de fotoğraf çekimi yaptık, şimdi ara sıra onlardan bazılarını paylaşıyor filiz. fotoğrafları o çekti. (bkz.filiz telek) site henüz ortada yokken paylaştığınız bu fotoğraflar da neyin nesi diyenler için bu açıklama. filiz'e kendim hakkında pek birşey anlatmadım ama o son aylarda içinde yaşadığım dinginliği öyle iyi hissetti ki kendiliğinden en uygun yorumları yaptı halim ahvalim üzerine. 

çok sevdiğim biri, dünyanın öbür ucuna gittiğimde "dünya yuvarlak, döne dolaşa yine buraya geleceksin" demişti. ben döne dolaşa huzurlu bir dinginliğe geldim. şimdi bir başka dünya buldum, içinde, tam ortasında ben varım ve benimle tanıştığıma çok memnunum. 
şu ayaklarına bakan kıza bakıp "çok seviyorum kızım ben seni" diyorum coşkuyla. 
tüm emeği geçenlere namaste!