19 Aralık 2011 Pazartesi

otoportre


ortaokul resim hocam, aynı zamanda iş-teknik de denen uçurtma falan yaptığımız bir dersin hocası olan, yaramazlık yapan çocukları şiddetle döven fena bir adamdı. düşünün resimle ilişkimi. 


ortabirin ilk resim dersinde resim sanatının çeşitlerinden kaba dili ile bahsederken otoportrenin ressamın kendi yüzünü çizmesi olduğunu söyleyerek diğer resim çeşitlerine geçiş yapmıştı. 


otoportrenin kafamı bu kadar çok kurcalamasının, çocukları döven ve ne dediği doğru dürüst anlaşılmayan bu adamla ilgisi olmamalı. neyle ilgisi var? hala bilmiyorum. 

bir ressamın dünyada resmedilecek milyonlarca konu varken hiçbir şey bulamamış gibi aynaya bakıp kendini resmetmesine hiç anlam veremiyordum. bir nedeni olmalıydı ama düşünerek bulamıyordum. 


galiba önce anneme sordum ve sanırım herhangi bir yanıt alamadım. 
sonraları bu durumu sırayla önce narsistliğe, sanatçı egosuna, daha sonra kendilerini sanat tarihi içinde kalıcı bir yere mıhlama isteklerine, ölümsüzlük dertlerine sonra daha tanınır bilinir olma hevesleri gibi nedenlere bağladığım olmuştur. 
bunların hepsinin karışımı olabileceği gibi kendini tanıma ve kendini ifade etme şekli olarak otoportrenin önemini anlamak için bu konuda nerde boynu bükük bir yazı görsem hiç kaçırmıyorum okuyorum.  
ve sonunda bu sabah, otoportre konusunda en beğendiğim cümleleri cem akaş'tan okudum.


diyor ki cem akaş: 


"Rembrandt son dönemlerde yaptığı otoportrelerinde yalnızca öyle görünen biri değil, kendini öyle gören ve öyle bilen biridir, bunun gerektirdiği cesareti taşımaktadır. Onun kendini bildiğini görürüz. Bize gözünü kırpmadan bakar, biz onun bize gözünü kırpmadan baktığını görürüz; onun bu bakışı yalnızca onun kendini bildiğini göstermekle kalmaz, bizim de kendimizi eşit bir dürüstlükle bilir hale gelmemizi sabırla bekler."


bu aralar kendini bilmek ne çok karşıma çıkıyor.



Hiç yorum yok: