12 Haziran 2018 Salı

yalnızlığım benim, sidikli kontesim


Göğün dibi delindi.
Devasa şimşeklerle gökyüzü bembeyaz oluyor.
İnsanı yatağından sıçratacak gök gürültüleriyle başladı yağmur.
Yarım saat kadar önce, hava kara kızıl bir hal aldığında bir mesaj düştü telefona.
“en sevdiğim hava” yazmış.
Yukarıda, onun manzarada daha olağanüstü görünüyordur eminim.
“tadını çıkar” diye cevap verdim. 
Sonra odaya geldim, odada internet çekmiyor. Başka şeyler yazdıysa artık sabah görürüm.
İnsan sohbet etmek istiyor, belki bir dost, arkadaş istiyor, anlıyorum. (niyet okuma)
Belki yalnız hissediyor şimdi, bu havada, yukarıda, tek başına. iki çift laf edicek biri olsaydı yanında, iyi olurdu. (yargı)
Önceki gün sahilde sohbet ederken “yalnızlığımı çok seviyorum ben, kimseye bağlı olmak istemiyorum, şimdi ben atlayıp yukarı çıkmak istesem, çıksam kimse bana beni niye çağırmadın demese” demişti.
O zaman da anlamıştım onu.
Hesap sormalardan, nerdeydin, kimleydin, neden gelmedin, kime baktın, kiminle ilgilendin, haftasonu ne yaptın, neden aramadın’lardan korkmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum. 
“İlişki sorumluluğu” istemeden biriyle flört etmek isteyen hoş sohbet insanlar sohbetin bir yerine sıkıştırıverirler bu “benimle ilgili bir beklentiye girme lütfen” mesajını.
Deli gibi korktuklarını görebilirsin ses tonlarında, kararlı görünmeye çalışan bakışlarını duyabilirsin.
Benim gibi beklentiye girmekten çok korkmuş insanlar, böyle mesajlar karşısında beton gibi dururlar.
Boş boş kafa sallarlar. Bazen içlerinden “yıldık ıssız adam triplerinizden, bi bitmediniz” derler ama anlayışla derler, kızmazlar, kızamazlar, çünkü bir yanlarıyla kendi aynaları vardır karşılarında. 
Issız adamlar, ıssız kadınlar hepimizin içinde bir yerlerde yaşıyor, bizden bir tık fazla ilgi isteyen biri olduğunda ortaya çıkıyorlar kendilerinin hiç ilgiye ihtiyacı yokmuş gibi cool duran baronlar, kontesler gibi salınıyorlar etrafta.
İki halde de anlıyorum onu. Şimdi sohbet çağrısı gönderen mesajını da, aman uzak dur fazla yaklaşma mesajını da.
Ben de yalnızlığımı çok seviyorum ve birine bağlı olmak beni de bazen kalbimi sıkıştıracak kadar çok korkutuyor.  
Yalnızlıktan deli gibi korkan, bağlanmak, bazen yapışmak, bir olmak isteyen insanlar da var.
Onları da anlıyorum, onlar da öyle zamanlarımın aynaları.
Hiç ayrılmak istemediğim, sınırların yok olmasını istediğim zamanlar da yaşadım elbet geçmişte.

Şimdi bu yalnız gecede, buradan da gökyüzünü izlemek olağanüstü ama. 

Bu eşsiz akşamda, gökyüzündeki binbir çeşit renk geçişine tanık olmak, yağmurun sesini dinlemek, toprak kokusunu içime çekmek yalnızken öyle güzel ki..
  
40 yaşıma bir hafta kala, içimde bir boşluk var.
Boşluk olmayan bir boşluk.
Dolu dolu bir boşluk.
Hem her şey yerli yerinde, hem her şey havada, hiçbir şey yerinde değil ve hiçbir şeyin bir yeri yok. 
Kayıtsız bir hal.
Sanki her şeyi gören, duyan, koklayan ve her şeye kayıtsız biri var içimde.
Dün gece o şahane bahçede yasemin kokusuyla mest olup kendimden geçtikten hemen sonra vardığım kayıtsızlık.
Harika bir sohbetin ardından gelen o tatmin.
Tadını çıkarmayı bil ve bağlanma.
Dünya çabalamam gereken bir yer değil. Güvendeyim ve asla güvende değilim.
Her şey yerli yerinde ve hiçbir şeyin bir yeri yok.
Çok sevebilirsin ama planlar yapma. Planlar yapar, hayaller kurarsan da dayatma.
Bekleme.
Sorma.
İsteme.
Bırak.
Sonra, bırakmayı da bırak.  
İstemekse gerçeğin, dile getirmekten korkma.
Korkarsan korkuna anlayış göster.
İstedin ve karşılık bulamadın mı?
O da güzel.
Varolan kadarının tadını çıkar.  

Sevgili güzel adamlar, kadınlar, hepinizi sevebilirim ve hiç birinize ait olamayabilirim.
Ola da bilirim.
Kimse de bana ait olamayabilir.
Ola da bilir. 
Bunu kabul etmiş olmak 40 yaşımın en büyük hediyesi.
Belki yorgunluğum öğretmiştir bunu bana.
Belki ben taşa vurula vurula eti yumuşayan, tadı güzelleşen ahtapotumdur.

Baran, “çilek olmaya karar verdim” demişti. Çilek, kimseye bir söz vermeden, kimseye ait olmadan yayıyor güzel kokusunu, tadını. Bu sayede dağıtıyor tohumlarını dünyaya. 
Baran’ı ne çok seviyorum.  
Baran’ın tohumları yayılsın, hayat daha çok bayram olma şansı yakalar bence.
Benim tohum saçma şansım yok, yine de çilek olabilirim.
Bazen sımsıcak gülümser, bazen sımsıkı sarılırım insanlara.
Şefkatin ve yumuşaklığın, merhametin merhemini yayabilirim.

Kalbi güzel insanlar birbirini sözler vermeye zorlamadıkça, herkesin elinden gelen kadarını yapabildiği bir dünyaya evet diyebildikçe yağmurun sesi, toprağın kokusu, şimşeğin kızılı aydınlatacak içimizi galiba.

Lavantalara bakarken, sardunyayı sularken, yasemini koklarken, denizin tuzunu tenimde hissederken, dağın yamacından denize bakarak aşağıya inerken omuzlarımı ısıtan güneşi hissederken öyle iyiyim ki, kimseye niye aramadın demek aklıma gelmiyor.

Belki sahiden o şimdi nerede, ne yapıyor, şu anda şimdi?
yoksa kuru fasulyanın neden hala pişmediğini mi düşünüyor? merakını duyacağım biri gelir konar yaşamımın bir yerine bir gün.
Belki konmaz.

Lavantayla, yaseminle, sardunyayla, kediyle, köpekle, dağ ile deniz ile, ateş böcekleriyle aşk yaşıyorum.
Şiirselliğim doğayla, eşle, dostla, çocuklarla, kitaplarla dolu.
içimde o yeri dolduran bir kişi yok, her şey, herkes var.   

yağmur dindi. cırcır böceklerinin konseri başladı. öyle ihtişamlı bir şenlik ki bu, bazen kimse bozsun istemiyor insan.
yine de hep bir yoldaşa ihtiyaç duyan yanım da burada. 

içimdeki tüm kadınları görmeye, anlamaya niyet ederek başlayacak yeni gün. 

ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

Hiç yorum yok: