Gözlerinin içi bazen mutluluktan, sevinçten, çoğunca
hüzünden parlayan, gözlerinin içi hüzünle gülen, hep gülen, yalnız kaldığında derin hüznüyle
buruklaşan.
sonra o burukluğu başından savmak için kendini, neşelendiren,
enerjiyle dolduran alışkanlıklara tutunan bir adam.
Göz kenarlarında hafif kırışıklıklar var. Gülünce, ki
çoğunca güler o, göz kenarları tül perde başları gibi kıvrım kıvrım pilelenir. Kirli
sakalları yüzünün yorgunluğunu saklar. Güzel elleri, dudaklarıyla oynar bazen.
Geçen yaz Ankara’da bir pastanede rastladım ona. Masada
karşı sandalyesine çocuğunu oturtmuş, kahvaltı edişini izliyordu, gözlerinde
aynı hüzünlü, mutlu, yaralı, umutlu derin gülen bakışla.
Karısından ayrılalı biraz zaman olmuş, ilk şiddetli kavgalar
son bulmuş, şimdi yeni yeni barışmaya, çocukları için birbirleriyle kısa
cümleler konuşur olmaya başlamışlar.
“yarın sabah alırım olur mu?”
“olur, geç kalma ama, sonra da erken getir, akşam ilacı var”
“tamam”
Karısının ailesi kadına destek oluyor ama o yalnız. Tüm
hafta tek başına, yalnızlık fena koyuyor, alışamamış henüz. İçiyor o yüzden.
Sonra da erken kalkamıyor, geç kalmış yine bu haftasonu almış çocuğunu, ne
yapacağını bilemediğinden bir pastane masasında önüne koyduğu tabağı yemesini
bekliyor. Çaresiz ve sevgi dolu, duruyor öyle.
Gözlerimi ayıramadan bakarken masaya yaklaşıp ufaklığın
yanında durdum ve o’na “sevdirir mi kendini?” diye sordum yavaşça, “sanmam ama
dene” dedi. Çocuğun yüzüne baktım, o da
bana tanıyormuş gibi bakıp güldü. Ben de güldüm o gülünce. Elim saçlarına doğru
gitti usulca, oğlan başını geriye çekip ıııııhı! yaptı. Peki deyip geri
çekildim. “pek sevmez, alışık değil yabancılara” dedi, üzerime alınmamam,
kırılmamam için birşeyler söyleme ihtiyacı hissetti. Ben özür dilemek istedim
bu yersiz isteğim, yaklaşımım için ama bir şey demedim.
“Aslında ben senin başına koymak istedim elimi, öyle bir
yerlerden tanıdıksın ki, o kadar elimi uzatsam dokunacağım kalbine gibisin ki,
öyle bildik bir yerden hüzünlüsün ki ben buna merhem olabilirim sanmakta
ustayım” demedim. neyse ki!
“iyi günler” deyip seyirttim yanlarından.
Sonra bir Bodrum uçağında yanıma oturdu. Bu kez öncekinden
farklı bir boyu posu, rengi var. Koyu
sarı saçları, kirli sakalları. Ama gözlerindeki hal aynı. Elinde bir
kitap, okuyor, çokça başını kaldırıp ön koltuğa daldırıyor gözlerini, duruyor
duruyor, sonra kendine gelip sağa sola bakıyor, sağa bakarken gözgöze
geliyoruz, gülümsüyor. Varlığımın farkında, onu hissedişim hoşuna gidiyor, ilgi
görmek istiyor açıkça ilgi istiyor. Ben
bazen kendi sağıma, camdan dışarı bulutlara, bazen soluma ona, bazen elimdeki
müzik çalara bakıyorum. Sonra o da elimdekiyle ilgilenip ne dinlediğimi merak
ediyor. Bir şey sormuyor, yalnızca bakıyor. Kitabını kucağına bırakıp iki elini
yüzüne götürüyor, sakallarını sıvazlayıp çaresiz gözlerini kapatıp, parmak
uçlarıyla göz kapaklarının üstünden gözlerini ovuşturuyor. Sonra usulca açıp
gözlerini bana bakıp gülümsüyor. Zorla nefes alır gibi. Yüzü gözleri gülüyor
ama boğazında hafif bir yumru var, görüyorum. Muhtemelen hasta, galiba siroz.
“çok tanıdık o sendeki yumru, ben yumuşatabilirim onu”
demiyorum. Neyse ki..
Sağıma dönüp pencereden dışarı bulutlara bakarken dinlediğim
müziğin sesini açıyor, çalan neşeli şarkıya eşlik ediyorum. Ayaklarım pıt pıt
yerde ritim tutuyor. içim rahat, bedenim yumuşak, esnek, sağlam. Nefesim
akıyor. Neyse ki..
Bunca yılın sonunda, şimdi, bu düşümdeki adamlarla
karşılaştığımda, onlara hemşirelik yapmaya kalkışmamayı, bunca bağımlılığı
bırakışımı kendi başıma her fırsatta kutluyorum. Dans ediyorum, dua ediyorum. kendini
sevmek, geçmişle barışmak, gerçek sevginin ayrımını yapabilmek, yaşamın
tadına varabilmek, bunca farkındalık için her an şükrediyorum.
Kimi niye sevdiğim artık daha anlamlı, daha net. Kimle ne
yaşayacağımı seçebiliyorum. Elbette ara sıra fire verdiğim oluyor, şu
aşağıdaki dondurmacı kız aynı halam gibi bakıyor diye durmadan gidip dondurma
alıyorum hala, neyse ki farkındayım, neyse ki..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder