3 Mayıs 2017 Çarşamba

Neyse ki..

Neyse ki..

Gözlerinin içi bazen mutluluktan, sevinçten, çoğunca hüzünden parlayan, gözlerinin içi hüzünle gülen,  hep gülen, yalnız kaldığında derin hüznüyle buruklaşan.

sonra o burukluğu başından savmak için kendini, neşelendiren, enerjiyle dolduran alışkanlıklara tutunan bir adam.

Göz kenarlarında hafif kırışıklıklar var. Gülünce, ki çoğunca güler o, göz kenarları tül perde başları gibi kıvrım kıvrım pilelenir. Kirli sakalları yüzünün yorgunluğunu saklar. Güzel elleri, dudaklarıyla oynar bazen.

Geçen yaz Ankara’da bir pastanede rastladım ona. Masada karşı sandalyesine çocuğunu oturtmuş, kahvaltı edişini izliyordu, gözlerinde aynı hüzünlü, mutlu, yaralı, umutlu derin gülen bakışla.

Karısından ayrılalı biraz zaman olmuş, ilk şiddetli kavgalar son bulmuş, şimdi yeni yeni barışmaya, çocukları için birbirleriyle kısa cümleler konuşur olmaya başlamışlar.

“yarın sabah alırım olur mu?”

“olur, geç kalma ama, sonra da erken getir, akşam ilacı var”

“tamam”

Karısının ailesi kadına destek oluyor ama o yalnız. Tüm hafta tek başına, yalnızlık fena koyuyor, alışamamış henüz. İçiyor o yüzden. Sonra da erken kalkamıyor, geç kalmış yine bu haftasonu almış çocuğunu, ne yapacağını bilemediğinden bir pastane masasında önüne koyduğu tabağı yemesini bekliyor. Çaresiz ve sevgi dolu, duruyor öyle.

Gözlerimi ayıramadan bakarken masaya yaklaşıp ufaklığın yanında durdum ve o’na “sevdirir mi kendini?” diye sordum yavaşça, “sanmam ama dene” dedi.  Çocuğun yüzüne baktım, o da bana tanıyormuş gibi bakıp güldü. Ben de güldüm o gülünce. Elim saçlarına doğru gitti usulca, oğlan başını geriye çekip ıııııhı! yaptı. Peki deyip geri çekildim. “pek sevmez, alışık değil yabancılara” dedi, üzerime alınmamam, kırılmamam için birşeyler söyleme ihtiyacı hissetti. Ben özür dilemek istedim bu yersiz isteğim, yaklaşımım için ama bir şey demedim.

“Aslında ben senin başına koymak istedim elimi, öyle bir yerlerden tanıdıksın ki, o kadar elimi uzatsam dokunacağım kalbine gibisin ki, öyle bildik bir yerden hüzünlüsün ki ben buna merhem olabilirim sanmakta ustayım” demedim. neyse ki!

“iyi günler” deyip seyirttim yanlarından.

Sonra bir Bodrum uçağında yanıma oturdu. Bu kez öncekinden farklı bir boyu posu, rengi var. Koyu  sarı saçları, kirli sakalları. Ama gözlerindeki hal aynı. Elinde bir kitap, okuyor, çokça başını kaldırıp ön koltuğa daldırıyor gözlerini, duruyor duruyor, sonra kendine gelip sağa sola bakıyor, sağa bakarken gözgöze geliyoruz, gülümsüyor. Varlığımın farkında, onu hissedişim hoşuna gidiyor, ilgi görmek istiyor açıkça ilgi istiyor.  Ben bazen kendi sağıma, camdan dışarı bulutlara, bazen soluma ona, bazen elimdeki müzik çalara bakıyorum. Sonra o da elimdekiyle ilgilenip ne dinlediğimi merak ediyor. Bir şey sormuyor, yalnızca bakıyor. Kitabını kucağına bırakıp iki elini yüzüne götürüyor, sakallarını sıvazlayıp çaresiz gözlerini kapatıp, parmak uçlarıyla göz kapaklarının üstünden gözlerini ovuşturuyor. Sonra usulca açıp gözlerini bana bakıp gülümsüyor. Zorla nefes alır gibi. Yüzü gözleri gülüyor ama boğazında hafif bir yumru var, görüyorum. Muhtemelen hasta, galiba siroz.

“çok tanıdık o sendeki yumru, ben yumuşatabilirim onu” demiyorum. Neyse ki..

Sağıma dönüp pencereden dışarı bulutlara bakarken dinlediğim müziğin sesini açıyor, çalan neşeli şarkıya eşlik ediyorum. Ayaklarım pıt pıt yerde ritim tutuyor. içim rahat, bedenim yumuşak, esnek, sağlam. Nefesim akıyor. Neyse ki..

Bunca yılın sonunda, şimdi, bu düşümdeki adamlarla karşılaştığımda, onlara hemşirelik yapmaya kalkışmamayı, bunca bağımlılığı bırakışımı kendi başıma her fırsatta kutluyorum. Dans ediyorum, dua ediyorum. kendini sevmek, geçmişle barışmak, gerçek sevginin ayrımını yapabilmek, yaşamın tadına varabilmek, bunca farkındalık için her an şükrediyorum.

Kimi niye sevdiğim artık daha anlamlı, daha net. Kimle ne yaşayacağımı seçebiliyorum. Elbette ara sıra fire verdiğim oluyor, şu aşağıdaki dondurmacı kız aynı halam gibi bakıyor diye durmadan gidip dondurma alıyorum hala, neyse ki farkındayım, neyse ki..

Hiç yorum yok: