12 Ağustos 2017 Cumartesi

ışınla beni scotty

insanın olmak istemediği yerde olması cehennemmiş.
olmak istediğim yerdeyim.
pek çok şehir kaçkınının olmak isteyeceği bir yerde yaşıyorum.
doğanın, meditasyonun, yoganın, terapinin, eğitimin (öğrenci olmayı hep çok sevdim), müziğin, dansın, dostluğun, paylaşımın ortasında.
keyfim yerinde.
erkenden uyandığım sabahlar, yogayla, meditasyonla güne başlayıp denize bakarak ettiğim kahvaltılar, eşsiz güneş batışları, uyumadan önce heybetli bir dağa, sessiz kayalıklara çevirip yüzümü hiçbir şey yapmadığım, sadece durduğum saatler var.
hiçbir şey yapmadan durmak nasıldır bilir misiniz? uzun uzuun durmak?
bazen vadinin orta yerinde, gökyüzünde 2 kartalın süzülüşünü izlemek oluyor tek işim.
bu halin kendi "solaris"*im olması boyutunu geçen yıllarda atlattım, şimdilerde epey rahatım.

bu dinginliğin içinde şöyle bir hareket var, elimde bir telefon, telefon hattı çekmediği için kullandığım internet ve whatsapp.
gün içinde aktif olarak kullanıyorum çünkü bu merkeze gelmek isteyen, anlamak isteyen, benimle online seans yapmak isteyen, sorular soran, danışan, paylaşan herkese buradan cevap veriyorum, konuşuyorum.
eşim dostum, ailem de yazıyor, arıyor, telefon sürekli yakınlarımda olduğu için ve çok sevdiğim işim için onu kullanmak pratik olduğu için bu hali pek garipsemiyorum, alıştım.

geçen haftalarda sevdiğim biri telefondan uzak kalmak istediği zamanlar yaşadığını söylemişti, pek anlaşılırdı, kayalık bir vadide dünyadan soyutlanarak yaşayan biri bunu anlayabilirdi.
sonra sordum: ben dünyadan soyutladım mı kendimi gerçekten?
hayır.

elimdeki telefonla her an dünyayla iç içeyim. şehirden çok uzaklara gitmem bunu değiştirmemiş. aksine şehirdeyken dünyayla bu kadar iç içe değildim galiba.
yaptığım iş insanlarla iletişim halinde olmamı gerektirdiği için ben kendimi dışarıdan soyutlamış değilim.
bunu farketmek iyi geldi aslında çünkü durduğum yer, uzaktan bağlantı kurduğum yerle temasımın dengemi bozmasına izin vermiyor. şehrin insanı dalgalandıran hızından uzakta, ama temas halinde durduğum yer, sakinliğiyle sakinliğime alan tutuyor.
telefon ekranından diğer dünyaya ışınlanmak ve sonra ekrana dokunup onu kapattığım anda buraya, cırcır böceklerinin sesine ve rüzgarın kucağına kendimi geri bırakmak aynı anda mümkün olabiliyor.
dışarıdan gelenin etkisinde sürüklenmeden, olana cevabımı verip, dinginliğime geri dönebiliyorum.

ve bunu kendimi soyutlamak zorunda bırakmadan yapabiliyorum. belki geçici bir durum bu, ama belki de bunu yapmayı öğrendim ve artık hep benimle olacak bu hal.
ikincisi ise bunu paylaşmak istiyorum çünkü eğer öyleyse bir süre sonra nerede olduğumun da bir önemi kalmayacak. çok heyecanlı değil mi sizce de?

cır cır böcekleri yerine plaktan gelecek bach melodisi, ağaçlar yerine çiçekler, belki evcil bir hayvan ya da yumuşacık bir halı, belki rengini dokusunu çok sevdiğim bir tül perde, belki bakarken içinde kaybolduğum duvarda asılı bir tablo, belki kokusuna bayıldığım limonlu yasemin çayı dumanı.

bana kendimi iyi hissettirecek her ne varsa kendimi onlarla çevreleyip sonra hayatın hızına dalabilirim sanki.. uzaktan konuşmak kolay evet, çünkü benim tuzum kuru ama şehrin kargaşasından bunalırken aklınıza gelirse, gözünüze, kulağınıza iyi gelecek sevdiğiniz şeyleri yakınlarınızda tutun, onlar bizi bu ana getirme etkisine sahipler ve birdenbire bir iç huzuruna ışınlanmamıza yardım edebilirler.
dışardan gelen dalgalarla savruluyorsanız, kendinize huzur, sakinlik, neşe verecek bir çevre oluşturmaya çalışın, hiç olmazsa çalışma masanıza güzel kokulu kır çiçekleri koyun, kolunuza hatırlayınca gülümseten anıları çağrıştıran bir ince bileklik takın. tadını çıkarabileceğinizi bildiğiniz ne varsa yerleştirin hayata ve sonra tadını çıkarın, bakın o küçük şeyler sizi scotty gibi huzura ışınlıyor mu, eğer biraz haklıysam hep birlikte kırdık şeytanın bacağını :) (sanki o kadar kolaydı diyenlere dondurma ısmarlayın)

illüstrasyon oliver jeffers, sevdiğim şeyler.


*solaris:
solaris, stanislav lem'in uzayda bir gezegeni, o gezegendeki bir okyanusu, insanın bilinçaltını harekete geçiren bir metafor olarak anlattığı bilimkurgu romanı. spoiler vermeden daha fazla nasıl anlatabilirim bilmiyorum ve okumadıysanız kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
kitapta lem, insanın kendi halinde yalnız ve sessiz, alıştığı rutinlerin dışında ve soyutlanmış kaldığında bilinçaltıyla yüzleşmeler yaşayacağını ve bunun da bir çeşit cehennem olacağını anlatıyor. her türlü rutin, alışkanlık, telefon, televizyon, kahve bundan kaçışımız olduğu için insan durduğu yerde duramayan bir varlık. elimiz hemen bu alışkanlıklardan birine gidiyor.
kim olduğunu hatırlamadığım biri insanlar sakince oturarak bir saat durabilse dünyada savaş olmaz demişti, kimdi acaba?

Hiç yorum yok: